22 Nisan 2013 Pazartesi

Terk edilmişlik..


                 Terk edilmişlik ya da kötü bir ismiyle daha unutulmuşluk.. 
İnsanın yaşam süresi boyunca -ya da yaşayabildiğini sandığı kadarıyla- en kül edici durumlardan birisidir bu, şüphesiz. 

                 Yapacak hiçbir şey bulamadığında, bir şeyler yapacak hiçbir kimse bulamadığında o zaman ufaktan bir giriş yapmış bulunursun terk edilmişlik duygusuna..   İlkbaharın masum rüzgarları altında, sadece odanın camından esen serin havayla baş başa kalırsın. Kuşlar içlerindeki yaşama sevincini ayarsızca etrafa kusarken, senin tek yaptığın bilgisayarının klavyesiyle doyasıya sürtünmek olur. 


                 Bazen zaman gelir "acaba ölsem ne olur?" diye düşünmeye başlarsın. Ama tabii ki öyle bir şey -cesaretin olmadığı için- yapmayacağın için, sadece saçmalamakla kalırsın. Hayat seni bokun içine sürüklemeye başlar.. Hayat enerjinin bir kara deliğe hapsolmuş gezegen kalıntısı gibi çekildiğini hissedersin çoğu zaman. Zaman sanki terk edilmiş bir benzin istasyonunda, çürüyen petrol kamyonunun kasasına kısılmış gibi gelir. 


                  Bazı kendini bilmezler ise sana yaşama enerjisi pompalamaya çalışır. Ama bilmez ki motora giden yakıt pompası yüzyıllar önce kopmuştur. Akan yaşam enerjisi adeta asfalta dökülmüş tonlarca kızartma yağı gibi dünyayı kaydırmaya yarar. Gerisi ise gösterip yok olur..


                  İnsan hayatı çok garip, yaşamaya çalışırken yaşayamayan, görmeye çalışıp kör kalan, duymaya çalışıp kulak zarlarını patlatan, dokunurken elleri kesilen insanlar kadar.


                  Binaenaleyh, hayat gerçekten çok anlamsız.. Terk edilmek, unutulmak çok saçma, salçalar çok yapay..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder