26 Ekim 2014 Pazar

Kim-Se



"Hangimiz biliyor ki kim olduğunu?" Demiş Bukowski.

Hiç düşünme fırsatı yaratmadan "Ben, benim!" diye bağırmadan önce düşündü mü insanlar?
Kendimiz olduğumuz, gerçekten kendimiz olduğumuz zamanlar, düşünüldüğünde gerçekten çok az. 

Safi rol yapma üzerine yaşamını geçiren insanlara acıma duygumuz bile kendi benliğimiz değil aslında. Bir şekilde beynimize yerleşmiş düşünceler bütününün, kendi dilimizden çıktığı gruplar. 

Şu hayatta kalınması mucize olan yaşamda kendi olmayan insanlar var genellikle. 
Kişisel gelişim zırvalarında çokça sözü edilen "Kendiniz olun!" repliği bile başlı başına bir ironi. Bir insan verilen öğüt yahut emirle kendi oluyorsa, kendi olmasının ne anlamı kalır ki? 

Koca bir yalandan ibaret bütün dünya. Mutlak doğru diye bir şey olmaması gibi, mutlak benlik de pek mümkün değildir. Hatta bu yaptığım genellemeler bile yanlıştır. 

Nietzsche'nin -çok fazla çeşitte dile getirilmesine rağmen doğru olanı pek bulamadığımız genellemesi- bahsettiği üzere, genel anlamıyla "tek genelleme doğrudur o da bütün genellemeler yanlıştır." paradoksu her yerde karşımıza çıkar. 

Hayat da bir paradokstan ibaret aslında. İki ucu boklu değnek olan bir dörtyol ağzı gibi. Kim olduğumuza karar vermek için dört yoldan birini mi seçmemiz gerekli her zaman? Peki ya niye hep seçim yapmak zorunda kalırız? Seçim yaptığımız zaman kendimiz olmanın bir anlamı kalmaz. Seçim yapmak hayatın anlamsızlığıdır. 

Diğer bir deyişle "bug"ıdır. 

Kendimize yalan söylemektir, kendimiz olmak. Çoğu insan "ilgi" çekmek için kendi olur. 
İnsanlar nasıl düşünüyor diye tepkileri seyreder.

Diğer insanlar ne düşünür diye düşünmek hayatı anlamsız kılar. Rol yapmak da aynı derecede anlamsızdır. Bir komedi filmini sinemada izlerken diğerleri güldü diye komik olmayan sahneye gülmek. Ya da sessiz bir sınıfta "ses" çıkmasın diye öksürüğünü tutmaktır kendin olamamak. 

Kısacası bir insan sadece ilk çağda kendi olabilmiştir. 


"Kendi olamamaktan korkuyordu A. Çok da önemliymiş gibi.."

16 Nisan 2014 Çarşamba

Hayalsiz.



Umutların yokluğundaki insanlığın laneti.
Ölümlerden bile tehlikeli ve karanlık.
İyi düşünmek imkansız ve korkunç.
Ne kadar dibe sürüklese de insaniyet.
Kötülük daha yakın gibi sonsuzluğa.

Hayaller kara kutularda kilitlenmiş asma kilitle.
Yerin yedi kat altına gömülmüş ve mühürlenmiş.
Sonsuz uzay boşluğunun derinleri gibi karanlık.
Karanlık hüküm sürüyor aydınlık üzerinde.
Gündüzler uzakta ve olabildiğine yalnız.

Korkmadan yaşamak imkansız gibi artık.
Karanlık gelip alacak hepimizi yakında.
Herkesin ve her şeyin sonu gibi.
İnsanlar, umutsuz ve hükümsüz kuklalar.
"Kukla oynatıcıları" acımasız ve kırılgan.

4 Şubat 2014 Salı

Yeraltı-Üstü



Yeraltı (underground) edebiyatı iyi, hoş, içten ama bazıları bu sistemi fazla abartıyor ve kullanım amacından uzaklaşıyor.
Underground edebiyatı ile ünlü olunmaz. Şöhret karşıtı bir yapıdır, reklamı yapılmaz.
Okuyan zaten okur. Amaç içinizi dökmek, söyleyemediklerinizi sizinle aynı düşünce yapısına sahip insanlarla paylaşmaktır. 

Hele şu facebook üzerindeki "sözde" underground edebiyatı yapan sayfalara daha fazla ayar oluyorum. Her üç paylaşımda bir başka bi sayfa reklamı. "Lütfen destek olur musunuz?" ibaresi. ergenliğini yenememiş üniversiteli gençlerin yaptığı radyo programları gibi lezzetsiz ve yapay. Paylaşımları her grupta aynı. Farklı bir isim bulan, kalıplaşmış analog fotoğraf bulan her kişi hemen bir "underground edebiyatı sayfası" açma peşinde. 

Ha unutmadan, yazılarınızda küfür kullanmak yeraltı edebiyatının bir zorunluluğu değildir. Yani küfür etmeniz zorunlu değildir. Hatta zoraki edildiği belli olan küfürler itici ve kendinden tiksindirici özelliğe sahiptir. 

Yeltenen arkadaşlar, böyle kutsal bir yapıyı lütfen popülerlik uğruna harcamayınız. 

Her şiir yazanın "şair" olamadığı, her "beste" yapanın müzisyen olamadığı, her "fotoğraf" çekenin fotoğrafçı olamadığı gibi, her yazı yazanın da "yazar" olamadığını aklınızdan çıkarmayınız. Hele hele yeraltı edebiyatını ağzınıza sakız yapmayınız, lütfen.